GİZLİ EL REŞAT NURİ GÜNTEKİN

0
(0)
24 1512
Ödənişsiz
-

GİZLİ EL; Reşat Nuri Gültekin’in, “Cemil Nimet” takma adıyla, “Dersaadet” gazetesinde (1920) tefrika edilen ilk romanlarından biridir. Gizemli bir dünyanın dile getirildiği bu eserde, bir yazarın düş gücünün sözcüklerine nasıl başarıyla yansıdığını görebilirsiniz. 20 Nisan Bugün bir afyon meselesini konuşmak için Umum Müdürü görmeğe gitmiştim. Vekili bulunduğum şirketin şartları ile idarenin teklifleri arasında ehemmiyetli bir fark vardı. Umum Müdür’ün beni kandırmak için sarf ettiği o güzel sözlere red cevabı vererek, müzakereyi kesmek mecburiyetinde kaldım. Gitmek için ayağa kalktığım vakit, Ali Süreyya Bey dedi ki; Eve dönüyorsunuz, değil mi?.. Benim de Beyoğlu’nda bir işim var… Taksim’e kadar size arkadaşlık edeyim. O şereften mahrum kalacağım beyefendi, dedim; Çapa’da acele bir işim var. Müdür’ün birdenbire aklına bir şey geldi. Telâşla elini başına götürerek: Az kaldı unutuyordum, dedi, iyi aklıma getirdiniz Şeref Bey… Benim de o taraflarda hasta bir akrabam var… Ne vakittir ziyaretine gidecektim. Bir türlü vakit bulamıyorum… Otomobilimle sizi Çapa’ya bırakayım.Hafifçe eğildim. Gizli bir memnuniyetle gülümseyerek: Lütfedersiniz, dedim.Yalnız bir dakika Şeref Bey. Yanındaki zile dokundu, içeri giren hademeye emirler verdi. Dudaklarımdaki sinsi gülümseme devam ediyordu. Bu afyon işinin perde arkasındakileri maşa ile tutulmuş çağanoz gibi kıvrandıracağmı gayet iyi biliyordum. Müdür’ün ziyaret edilecek hastası en az benim Çapa’daki acele iş kadar yalandı.Müdür, masasını dolduran bir yığın kâğıdı acele acele imza ederken kendimi hüzünlü bir mazi hayaline kaptırmaktan kurtulamadım. Beş sene evvel gene böyle bir ilkbahar günüydü. Bu kapının dışındaki koridorda süzgün çehreli, mahcup ve korkak bir çocuk dolaşıyordu. Geniş pencerelerden ılık bir bahar güneşi süzülüyordu. Halbuki, o biçare yıpranmış ince parde süsü içinde titriyor, elinde tuttuğu bir kâğıdı sinirli parmakları arasında buruşturuyordu. Birdenbire büyük kapı yine böyle ağır ‘bir yorgunlukla aralandı.Sırma yakalı bir odacı: Gir! dedi.O çocuk, bir darağacına yürür gibi, başı düşmüş, bacakları titreyerek ilerledi;bir şey söylemek istiyordu, fakat sesi tıkanıyor, gözleri doluyordu. O vakit, bu masanın başında ak sakallı, şişman bir ihtiyar oturuyor, yanında duran genç bir memura deste deste kâğıtlar veriyordu. Sefil kıyafetli çocuk, Gemlik’te yedi yüz kuruşluk bir maliye memurluğu dilenen kâğıdını yazıhanenin bir köşesine bıraktı;birkaç adım geri çekilip bekledi. Hayatı bu haşin çehreli ihtiyarın kalemi uçundaydı. Münasebetsiz bir kelime onu açlıktan ölmeye mahkûm edebilirdi.Hayat, hakikaten tuhaf bir şey… Aradan beş sene bile geçmeden o sefil kıyafetli Hukuk mezunu, ehemmiyetli bir adam oluyor, bu masanın başında şartlar dikte etmeğe kalkıyor, ak sakallı ihtiyarın halefine türlü düzenbazlıklar yaptırıyordu… Haydi Şeref Bey, çıkalım.Koridorda, yine benim o zamanki çehrem kadar ıstıraplı çehreler vardı. Ürkek gençler, kalorifer demirlerine ilişmiş dalgın ihtiyarlar…

İncələmə tapılmadı!

Bu məhsul üçün şərh tapılmadı. İlk şərhi yazın!