Dün Hazel başını adamın omuzundan ayırdı. Gözlerine bakıyordu. Söyle bakalım Ali Aşiroğlu, beni ne kadar seviyorsun? Ali bir an sustu. Biliyordu, ne dese az olacaktı. – Benim seni ne kadar sevdiğimi anlatmaya ne dilim ne de kelimelerim yeter Hazel. Ama elimde olsa seni ne kadar sevmek isterdim biliyor musun? Ezan ile namaz arası kadar… Doğduğumda kulağıma okunan ezan, öldüğüm kılınan cenaze namazıma kadar, her saniye seni sevmek isterdim. Bugün Başer Ali’nin haline üzülmüştü.Tedirgin bir halde sordu. Ne zamandır görmüyorsun Hazel’i evlat? Dünya takvimine göre mi soruyorsun ağabey, gönül takvimime göre mi? Bendeki takvime göre bir ömür geçti. Belki yeniden bir araya gelirsiniz Ali… Bizim kaderimiz ayrı yazılmış ağabey. Bırak bedenlerimizin bir araya gelmesini, isimlerimizin baş harfleri yan yana gelse bir acıyı ifade ediyoruz. Ali odadan çıktıktan sonra Başer önündeki kağıda iki harf yazdı. ”Ah” Peki dün ile bugün arasında yaşananlar neydi? Özeti İstanbul’da bir pazartesi sabahı daha başlıyordu. Ali her sabah yaptığı gibi saat 6’da uyandı.Söylenerek Pazar gününü gösteren takvim yaprağına elini uzattı. ‘Ben seni sadece buradan koparabiliyorum, sen beni bütün bir hayattan…’ E-postalarını kontrol etti. Gazete editöründen gelen bir e-postaya göz attıktan sonra; “Bunları assan da bitmeyecekler.” diye mırıldandı. Telefonunu eline aldı, sinirle konuşmaya başladı: – Bu şerefsizin yanındakini tanıyor musun? – Evet efendim, üniversitede konservatuar bölümünde okuyan bir kız. – Hangi otel bu? Ama dur, ben tahmin edeyim… Greenland? – Evet efendim. – Haberi hemen yarın manşetten koyun! Otelin adını da mutlaka verin! – Ama efendim! Tazminat davası açma hakları olur. – Sana ne! Sen mi ödeyeceksin? Ne diyorsam onu yap! – Peki efendim. E-postaları cevaplarken, hala mırıldanıyordu: – Kaç yıldızın olduğu kimin umurunda? 65 yaşında bir adamın yanında, 21 yaşında bir kız görüyorsun. Bu adamın amacını bildiğin halde aynı odayı veriyorsun. Hiç mi vicdan yok sende? Rezil adam! Seni bu ülkeden kovmazsam, bana da bu meslek haram olsun Edward. Dışarıya çıktı. Hem yürüyor hem de anlaşılmayan kelimeler mırıldanıyordu. 37 yaşındaydı. Bu koca şehre geleli 8 yıl olmuştu. Hala bazı şeylere hayret ediyordu. Bilmediği bir sektöre girmiş, her gece, sabah acaba hangi çirkinlikle uyanacağım korkusuyla uyumaya çalışıyordu. Telefonunu çıkararak tuşlar çevirdi. – Efendim… Günaydın. Müsait miydiniz? – Elbette Ali. Bir sorun mu var? – Canım sıkkın efendim. İnsanların mezhepleri mi genişledi, ben mi artık bu zamana dar geliyorum bilmiyorum. – İnsan mezhebi her zaman aynıdır. Mezhepler nefislerin eline geçerse o zaman iyi olmaz. Genişlemez mezhep belki ama dağılır. Mezhebi dağılan bir insan ne maneviyatını toparlayabilir, ne maddiyatını. Boş ver şimdi mezhepleri. Dün nasıl geçti. – Nasıl olsun efendim… Dedi, gerisini getiremedi. İbrahim anlamıştı. Uzatmadı. – Gel müsait olduğunda konuşuruz. – Siz kabul etseniz ben yanınızdan hiç çıkmam. diyerek devam ediyor Romanımız.
İncələmə tapılmadı!
Bu məhsul üçün şərh tapılmadı. İlk şərhi yazın!