1930’lu yıllarda Moskova’da sıcak bir bahar günü… Günbatımına yakın saatlerde Şeytan, iyi giyimli ve yabancı görünümlü bir beyefendi kılığında şehre iner ve kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır. Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler. Bulgakov 20. yüzyıl Rus edebiyatında çığır açan romanında, biri 1930’ların Moskova’sında, diğeri eski Kudüs’te geçen iki ayrı hikâye arasında baş döndürücü zikzaklar çizerek sürdürür anlatısını. Stalin rejiminin en karanlık günlerinde yazılan Usta ve Margarita, Sovyet yaşam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi olduğu kadar, dokunaklı bir aşk öyküsüdür de aynı zamanda. Bulgakov’un yaşamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı roman, uzun süre yasaklanmış, yazarın ölümünden yıllar sonra, üstelik sansürlenmiş haliyle 1966’da yayımlanabilmiştir ancak. Yelena Bulgakova, onun son günlerinde, anılarına “Yatağının yanı başında yere koyduğum mindere oturdum,” diye not eder ve şöyle devam eder: “Bazen bakışlarıyla bir şey istediğini anlatırdı. Ağrı kesici mi, yoksa içecek mi, yoksa içecek bir şeyler mi istediğini anlamak için sorardım. Çoğunlukla istediği bunlar olmazdı. O zaman “seninkini mi istiyorsun?” “Üstat ile Margarita’yı mı?” derdim. Evet, anlamında kafasını sallar ve sadece iki sözcük dökülürdü dudaklarından: “Yeter ki bilsinler, yeter ki…” 20. yüzyılın en önemli otoriterlik karşıtı romanlarından biri sayılan Üstat İle Margarita, ilk kez 1973 yılında, yazılmasından 33 yıl sonra basımı gerçekleşmiştir. Sovyetlerin türlü baskıları ve sansürlerine maruz kalan Bulgakov, eserinde geçen tek cümlesiyle sonsuza dek sürecek bir mesaj bırakır. “Doğru yok edilemez.”
İncələmə tapılmadı!
Dilek snmz