Sıradan insanların hayatı zaman içinde pek çok kimse ile kesişir. Yürürken gölgelerine bastığımız insanların kimler olduğunu, ilerde neler yapacaklarını bilemeyiz.Hemingway’in Havana günlerini yaşayan binlerce insan da kimin olduğunu bilmeden bu dev Amerikalı’nın gölgesine basmıştır. Kazara vücuduna çarpmıştır. Göz göze gelmiştir.. Tarihin tanıklarından biri olan belki de tarihe bizzat katkıda bulunan biri ile karşı karşıya olduklarını hiç bilmeden.Biyografik roman yazmak da böyle bir şey olmalı.Hiç tanımadığın, hiç yüz yüze gelmediğin biri hakkındakileri öğrenmek. Çektirdiği fotoğraflara bakıp ışığın yüzlere yansıttığı şifreleri çözmek. Yazdıklarından duygularını anlamaya çalışmak. Neler hissettiğini keşfetmek.Seyhan Livaneli’yi okurken bunları sanki yaşar gibi oldum.Ernest Hemingway hakkında bizde yazılanlar, çevirilerden beslenmiştir. Hollywood’un hayal gücü ile süslenmiştir. Sonunda ortaya insan gibi insan olmayan bir Hemigway çıkmıştır. Hayatı boyunca kalıplardan nefret eden, kendisine dayatılan modellere itiraz eden bu aykırı insan zorla kalıplar içine sıkıştırılmış, tekrarlar içinde evrensel boyutlarından alınıp başka bir folklorik kalıbın içine sokulmuştur. Seyhan Livaneli, Hemingway’ı anlatırken onu zorla sokulduğu “medyatik kalıpların” içinden çıkarmaya çalışıyor. Etiyle, kanıyla, ruhuyla yeniden bir insan olarak aramıza katmaya çalışıyor.Keyifle okuyacak, mutlaka seveceksiniz. Hemingway’ın bize unutturulan insan tarafı ile yolunuz kesilecek. Kitabı bitirdiğinizde kendinizi bilmeden onun gölgesine basan binlerce insandan daha şanslı hissedeceksiniz. Selahattin DUMAN (Vatan Gazetesi) GİRİŞ Top sesleri iyice yakınlaşmıştı. Havan toplarının sarsıntısı yeri sallıyor, ambulans güçlükle yol alıyordu. Ernest’in elleri direksiyona sımsıkı sarılmaktan uyuşmuş, kaskatı kalmıştı. Bütün gücüyle arabayı yolda tutmaya çalışıyordu. Engebeli arazi her top mermisi düşüşünde yerin altından gelen hareketlerle yarılacakmışcasına oynuyor; Ernest, sıkmaktan uyuşan ellerini sırayla direksiyondan kaldırıp uyuşukluğunun geçmesi için hareket ettiriyor, onların karıncalanmasını biraz olsun azaltmaya çalışıyordu. Passini; “ Bir yer bulmalı sığınmalıyız, top mermileri neredeyse üzerimize düşecek, buralarda çok yakında bir sığınak olması gerek. Sağ tarafa ağaçların altına çek arabayı, oralarda bir tane vardı.” dedi. Bir yandan neler yapacaklarını planlıyor, diğer yandan talimatlar yağdırıyordu. Topçu taburları aralıklarla araziyi dövmeye devam ediyordu. Bu saldırının bitmek üzere olduğunu tahmin ediyorlardı. On beş dakika sonra yenisi başlayacaktı. Bir dahaki saldırıya kadar sığınağa girmiş olmalılardı. “Sığınak ne tarafımızda bu karanlıkta bulabilecek misin?” dedi Ernest. Ambulansın gürültüsü kesildi, artık ağaçların arasına girmişlerdi. Ellerini direksiyondan zor ayırdı Ernest, elleri hâlâ kapanmıyordu, kalıp gibi kaskatı kalmıştı. “El fenerini alalım,” dedi Passini. “Ben buralıyım hiç korkma sığınağı hemen bulurum.” “Tamam yolu bulduk diyelim yaralıları oraya nasıl taşıyacağız? Bize kalın ip gerek. İki yaralıyı sedyeye bağlayalım, ötekini sırtıma bağla benim.” dedi Ernest. Passini her zamanki komando alışkanlığıyla çantasındaki uzun halatı gösterdi. Her şey tamamdı. Ellerindeki fenerlerle çevreyi araştırmaya başladılar. Arabadan yaralıların iniltileri geliyordu. Kısa sürede küçük bir kulübe buldular, top mermilerinden çok iyi korunabilecekleri bir yer değildi ama başka çareleri yoktu. Ambulansı sık ağaçlar yüzünden daha fazla yaklaştıramıyorlardı. Çaresiz yirmi metreye yakın bir mesafeyi yaralılarla gideceklerdi.
İnceleme bulunamadı!
Bu ürün için yorum bulunamadı. İlk yorumu siz yapın!