KAMELYALI KADIN ALEXANDRE DUMAS

0
(0)
39 1600
Free
-

Alexandre Dumas’nın (1824-1895) henüz 24 yaşında kendi hayatından yola çıkarak yazdığı Kamelyalı Kadın, 19. yüzyıl Paris’inde geçer. Soylu bir gencin, güzeller güzeli bir fahişeye âşık olmasıyla başlayan romanda, mutluluklarının kısa süreceğinden endişe duyup mutlu olmak için acele eden iki insanın tutkulu ilişkisi anlatılıyor. Fakat bu ilişkinin önünde aşılması güç bir engel vardır; tek erkek evladının, uğruna ölümü göze alacağı kadından vazgeçmesi için elinden geleni yapan bir baba… Aşk için çekilen zorlukların yanı sıra itibar için verilen mücadelenin nefes kesen bir dille aktarıldığı Kamelyalı Kadın, sadece dönemini etkileyen bir roman olarak kalmamış, günümüzde de beğeniyle okunarak aşk klasikleri arasındaki yerini sağlamlaştırmıştır. Romanın baş kadın kahramanı Marguerite Gautier adındadır. Bu, uydurma bir addı. Aslında, Marguerite Gautier, Alexandre Dumas Fils’in hayatında önemli bir yer tutmuş olan Marie Duplessis’tir. Marie Duplessis bir köylü kızıydı. Ailesi çok fakirdi. Çoğu zaman aç yatarlardı. Öyleki Marie «çorba içerken bir adam görmüş ve yerinde mıhlanıp kalmıştı, adamın bıyıklarından sızan damlaları yalamak için yanıp tutuşmuştu. Giydiği pelâspareleri çöpçü bile almıyordu. Nihayet, bir tas sıcacık çorbanın hatırı için kendini bir erkeğe teslim etti. Onbir yaşında, anasını, kızkardeşini bırakıp evinden kaçtı, Parise geldi. Talihi biraz yardım etti. Okuyup yazması bile yokken, güzelliği sayesinde, kendine bir mevki edindi. Kısa zamanda, onbeş, onaltı yaşındayken, Paris’in en tanınmış yosması oldu. Okadar güzeldi ki, şair Theophile Gautier onun için «yüzündeki güzellik geometriyi utandıracak nefasetteydi» diye yazmıştır. Marie, atlar, arabalar, süs, saltanat içinde yaşıyordu. Dış görünüşünün güzelliğine, eşsizliğine karşılık ahlâkça gayet âdi, gayet yırtık bir kızdı. Paris’in atlı spor klübünde onunla düşüp kalkmamış zengin kalmamıştı. Daima çok şık giyiniyordu. Alexandre Dumas Pere’in yakın dostu olan Jules Janin — ki Akademi üyesiydi ve Dumas Pere’in ölümünün ertesi yılı (1871) onun üzerine bir kitap yayınlamıştı — bu Marie Duplessis’i «Kamelyalı Kadın» ın ikinci baskısına yazdığı önsözde şöyle tarif eder: «İnsan ondaki o harikulâde içgüdüyü, büyük resmî çevrelere alışkanlığı, asıl kibar sanat âlemine yatkınlığı görünce elde olmadan kendi kendine acaba bukadar âşinâ görünen, asil’halli, ilk gördüğüne rahatça sokulabilen, ilk sözlerden sonra karşısındaki sanki kendisine Londra’da Kraliçe tarafından, yahut Sutherland Düşesi vasıtasıyla tanıtılmış gibi şöyle yüksekten hitabeden kadın kim? diye sorardı». Öncelikle sıkılmadan ve merakla ilerliyorsunuz. Vize haftam olmasa bu kadar merak içinde kalmaya dayanamazdım doğrusu. “Bir kadın nasıl bu kadar güzel sever, nasıl bu kadar güzel sevilir” diye düşünmeden edemedim. İçinde öyle cümleler geçiyordu ki, okurken o kısımlarda acı çektim diyebilirim oldukça. Bazı bazı kitabın ilerleyişine karışıp, akışını değiştiresim geldi. Öyle çok istedim ki olaylara müdahale edebilmeyi. Yine de en etkilendiğim kısım, sevdiği kadını son kez görmek uğruna yaptığı hareketti. Çok kez kendimi yerine koyasım geldi, ” ben olsam yapar mıydım acaba?” inanın cevabını hala verebilmiş değilim kendime. Kitabı henüz bitirdim ama bildiğim tek şey varsa son bitirişim olmayacağı. Defalarca açıp açıp yeniden okuyacağım, defalarca. Alexandre Dumas Fils henüz 24 yaşında yayımladığı eseri olan ” Kamelyalı Kadın ” ile tüm zamanların en tanınan aşk romanlarının arasında zirvede olmayı başarmıştır . Aşkın çok farklı bir boyutu konu alınmış. Sıradan bir Fransız gencinin, yazarın tabiriyle bir “yosma” ya olan aşkını konu alıyor. Bir kadın ne kadar fazla sevilebilir? “…bir daha başkasının olmasın diye onu öldürmek geçiyordu içimden.” İşte bu kadar. Yalın ve samimi diliyle tek kelime ile “mükemmel” bir anlatımı vardır .

No reviews found!

No comments found for this product. Be the first to comment!