“Bizi bütün kitapların ötesine götüremeyen kitap da nedir” diye sordu Nietzsche. Sofrada üç kişiydik. Aramızdan bir ceset çıkacaktı. Peki hangimiz yeterliydik katil olmaya? Katilin kendine tahammül etmesinin tek yolu kurbanının son arzusunu yerine getirmekti. Ne hafifletici nedenlerle işlenen gündelik cinayetler… Ne de vakitsiz daralan nefesler… Hiçbiri soyağacında bir yaprak bile kıpırdatamadı. Meselem var; hem katille, hem cesetle. ilk kitap, ilk baskı: cinayet ve şölen sofrası … Kısa Özeti Maya Leyla İpekçi’nin ilk romanı. 1998 yılında Milliyet Sanat dergisinin düzenlediği “İlk Kitap, İlk Baskı” adlı roman yarışmasında birincilik ödülü alan Maya, gözden geçirilmiş yeni baskısıyla bundan on üç yıl sonra İpekçi’nin hazırladığı önsözle yeniden okurlarıyla buluşmuş bir eser. İpekçi önsözde Maya’nın oluşumu sırasında etkilendiği ve Maya ile ünsiyet kurduğu eser ve filmleri anarak birçok esere ve filme göndermede bulunmuş: Agota Kristof’un Büyük Defter’inden, Romain Gary’nin Onca Yoksulluk Varken’ine, Joanne Greenberg’in Sana Gül Bahçesi Vadetmedim’inden Ingeborg Bachmann’ın Malina’sına, J.D.Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ından Nietzsche’nin Ecce Homo ve Böyle Buyurdu Zerdüşt’üne… filmlerden ise Carlos Saura’nın Besle Kargayı adlı filminden, Mike Van Diem’in Karakter’ine ve David Helfgott’un Shine’ına. Yazarın hayatından izler taşıyan Maya, onun yazarlığının başlangıcı, üslubunun ilk verimi, ona dair ipuçları barındıran bir eser. Önsözde kendisinin de “katmanlı yapı, iç ses akışı, hakikati metaforik olarak ele alma biçimi, bundan sonraki romanlarıma giden en kestirme yolu imliyordu şüphesiz.” şeklinde belirttiği gibi, gerçekten de İpekçi’nin eserlerinde karşımıza çıkan çok katmanlı yapı, roman kahramanının hakikatle kurduğu ilişki ve iç yolculuğu bu eserinde de kendisini gösteriyor. Hakikatle kurulan ilişki yazarda sonraları ben’den varoluş’a, varoluş’ta asıl neden’e dayanan bir serüveni içerse de Maya da bu ben’in kendini fark edişi, ona anlam yüklemesi, ben-dünya karşıtlığında arayış’a girmesi ve bu dünya’da ben’in yenilgisi, yaralanışı, var’amayışı ile özel bir yerde duruyor. Asıl neden’e ulaşmak için ben’in varması gereken yer’i imlemesi bu özel’liğin ilk unsurunu oluşturuyor. İkinci olarak İpekçi’nin kurduğu dil’le, çocuk dilinden ergen diline/günlük dil, ondan yetişkin diline, bunu yaparken günlük dili aşarak üst dile ulaşması ve sade, apaçık başlayan metnin metaforlar denizine dalması ve gerçekliğin, bilinçaltı gerçekliği ile karışarak kırılması ya da çeşitlenmesi(dış gerçeklik-iç gerçeklik-iki gerçekliğin iç içe girmesi), gerçeklik algısının çoğullanması metnin ikinci özel’liğini oluşturuyor. Gerçekliğin çoğullanmasını yazar, dili ve üslubuyla başarıyor. Üçüncü özel’liği ise, dil ve üslupla varılan bu işlevin, metnin temasını ya da kurgusunu taşıyan ve onu zenginleştiren, derinleştiren bir görev yüklenmesi. Maya sevgisiz, yalnız, şiddetle büyümeye çalışan, ol’amamış bireyin öyküsü, onu çocukluğundan geleceğine taşıyarak bu ol’amamanın sebepleri ile birlikte verilmesiyle. Burada dikkat çeken diğer unsursa, çocukluğun ve ilk gençlik döneminin sebeplerinin Maya’nın dilinden verilirken bunun acılar üzerinden sömürü amaçlı olarak kullanılması değil, acılar üzerinden bireyin yalnızlığında kendi gücüyle ayakta kalabilmesi ve kendi evrenini kurma arayışından vazgeçmemesini anlatmak için kullanılmış olması. Eser sadece iç dünyaya dokunmamış. Dış gerçeklik, geri planda/fonda karşımıza çıkan olayların Maya’nın gerçekliği ile verilmesiyle dönemin metne sızmasına yardımcı olmuş, 70’lerde çocukluğunu yaşayan, 80’lerde gençliğini geçiren kahramanın bu olaylara bakışı, ondan ‘kendince’ etkilenişi ile bütünlük içinde bir iç ve dış dünya verilmiş. Bu da kahramanın havada kalmasına engel olmuş ve soyut bir dünyada yaşayan bir karakter yerine, somut dünyada yer alan, dıştan ve evden/aileden/çevreden etkilenen, iç dünyasıyla dış’a karşı mücadele veren, bu mücadele esnasında kendi dünyasını, karakterini kurmaya çalışan bir kahramanın doğmasını sağlamış. Dış gerçeklikte karşımıza çıkan müzikler, bunların pikapla çalınışı, okunan kitaplar, televizyon, okul hayatı, siyasi olaylar, dışarı çıkma yasakları… tüm bunlardan etkilenen ve onları etkileyen bir kahraman Maya. Maya, Mehmet amcanın deyişiyle bal damlası’nın dünyasını oluşturan ve içe sızan dış etmenlerden bazı müzik eserleri ve kitaplar şunlar: Fatoş ile Basri, Güngörmüşler, Asteriks, Gizli Yediler, Afacan Beşler, Teğmen Langelot’un Serüvenleri, Kızıl Maske, cep fotoromanları, Hümeyra’nın 45’liği, Sessiz Gemi, Timur Selçuk’un bir şarkısı, Nilüfer ve Esin Afşar’ın parçaları. Eser iki ana bölümde karşımıza çıkmış: Anneden Utanmak (13 bölüm ), Babadan Korkmak ( 14 bölüm olarak ). Kısa ama yoğun bir eser. Maya’nın ikinci sınıfından başlayan zaman dilimi (8 yaş), onun 27 yaşına kadar devam ederek, toplam 19 yılı içeren bir iç konuşma/monolog olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu 19 yıl, üç ayrı dilin esere yansımasına neden olmuş: Çocuk dili, günlük dil ve üst dil. Mekân olarak çocukluğun geçtiği ev, okullar, Mehmet amcanın dükkânı, Arnavutköy’deki ev… dış ve iç mekânlarla İstanbul seçilmiş. Mehmet amcanın dükkânı, güven-sığınılacak yer-kaçış; çocukluğun geçtiği ev ise, kaktüs mezarlığı yani güvensizlik-dönüş şeklinde zıt konumlanmış ve bu iki mekân, çocukluğun merkezine yerleşerek Maya’nın bilinçaltında derin iz bırakmış yerler olarak karşımıza çıkmıştır: Kaçış ve dönüş, güven ve güvensizlik, ilgi ve ilgisizlik, huzur ve sıkıntı… Kaktüs mezarlığı, Maya’nın geleceğini etkileyen, korkularının merkezi olan, aşamadığı bir duvar, halıya sarılı bir ölü… şeklinde tüm sorgulamaların kaynağını oluşturur. “kaktüs mezarlığındaki cam kırıkları” Maya’da, aidiyetsizlik, yalnızlık, terk edilme, huzursuzluk, öteki olmak, normal olamamak… kısaca tüm bunların toplamının metaforudur ve ‘Çocukluk’u imler. Metaforlarla alınan yolculuk özellikle eserin ikinci yarısında bilinçaltı korkuların şimdi’yi etkilemesi esnasında kendisini yüzeye vurur. Bazen rüya, bazen kabus, bazen sanrı… şeklinde. İç ve dış gerçekliğin iç içe geçtiği bu bölümde olaylar gerçekliğini yitirir ve olayların Maya’daki anlamı metnin merkezine oturur. Yaşanmış olmaları değil, Maya’nın etkilenimi ve onları algılaması temayı çoğullar. Babanın ölümü de bu anlamda soru işareti olarak kalır okurda. Ama şu bilinir, baba ölmek zorundadır, kaktüs mezarlığından çıkabilmek için Maya’nın yapması gereken babayı gerçek/metaforik olarak öldürmektir. “Yeryüzünün çile sınırında yaşayan çocukları vardır. Sargılarını kendileri sarar, gözyaşını göğüslerine akıtırlar. Fakat gariptir onlar, kendi manâ dillerine ne kadar yakın olduklarını bilmeden, cehennemin ortasında cennetin eşiğinde yaşarlar. Yalnızlık zekâları gelişmiştir, hep biraz yabancıdırlar görünüşte. İçinden ise hep aşina, hep hemhâl olurlar. Her şeyle.Maya’yı çocuk olmadan büyümek zorunda kalan bu ihtiyar çocuklara yazdım. Bir dil yolculuğudur bu benim için. Ki sonraki bütün romanlarımın da mayasında olan. Maya’nın 20’inci yayın yılı vesilesiyle şimdi kendi izlerimin üzerinden geri dönüp baktığımda bu romana, beni her seferinde kaldığım yerden ileri taşıyor. Hapsetmiyor geçmişime. Bunu da nasıl yazmışım diyerek pişman etmiyor
No reviews found!
No comments found for this product. Be the first to comment!