Tiernan de Haas artık hiçbir şeyi umursamıyor. Bir film yapımcısının ve onun genç yıldızının tek çocuğu olan Tiernan, zenginlik ve ayrıcalıklarla büyümüş ama sevgi ve rehberlik görmemiş. Küçük yaştan itibaren yatılı okullara gönderilmiş olmasına rağmen yalnızlıktan kaçmak ve kendi hayatını kurmak hâlâ imkansızdı. Ebeveynlerinin şöhretinin gölgesi onu her yerde takip ediyordu. Ve aniden öldüklerinde, yıkılması gerektiğini biliyordu. Ama gerçekten bir şey değişti mi? Her zaman yalnızdı, değil mi? Babasının üvey kardeşi ve hayatta olan tek akrabası olan Jake Van der Berg, on sekiz yaşına henüz iki ay kala Tiernan'ın velayetini üstlenir. Babası ve iki oğlu Noah ve Kaleb ile birlikte Colorado dağlarında yaşamaya gönderilen Tiernan, kısa süre sonra bu adamların artık neye önem verip neye önem vermeyeceği konusunda söz sahibi olduklarını öğrenir. Üçü onu kanatları altına alıp, ona dünyanın geri kalanından uzaktaki ücra ormanlarda çalışmayı ve hayatta kalmayı öğretirken, o yavaş yavaş aralarındaki yerini bulur. Ve onların bir parçası olarak. Ayrıca, kimse izlemediğinde çizgilerin bulanıklaştığını ve kuralları çiğnemenin kolaylaştığını fark eder. İçlerinden biri onu elde etmiştir. Diğeri onu istemektedir. Ama o... O onu elinde tutacaktır.

Tessa Gray mutlu olmalıydı. Ne de olsa bütün gelinler mutludur, öyle değil mi? Ancak Tessa, Jem Carstairs'la evlenmeye hazırlanırken Londra Enstitüsü'ndeki Gölge Avcıları'nın başları büyük beladaydı. Mortmain, acımasız otomatlardan oluşan Cehennem Makineleri ordusunu, Gölge Avcıları'nı yok etmek için kullanmayı planlıyordu. Planını tamamlamak için de son bir şeye ihtiyacı vardı: Tessa Gray'e. Enstitü başkanı Charlotte Branwell, Mortmain'i bulup onu durdurmak için her şeyi göze almıştı. Fakat Mortmain, Tessa'yı kaçırmıştı ve genç kıza aşık iki adam, Jem ve Will, onun için savaşmaya hazırdı. En yakınları Tessa'yı Mortmain'in kurtarmaya çalışırken, genç kız, kurtuluşun yalnızca kendi elinde olduğunu anlayacaktı.

Morganville, Teksas’a hoşgeldiniz. İnsanlarla vampirlerin birarada yaşamayı -bir yere kadar- öğrendiği küçük bir üniversite şehri burası. Ne var ki son günlerde şehirde çok fazla kan dökülüyor. Hem de vampirlerin beslenmesi için değil, birilerinin garip eğlence anlayışı yüzünden. Üniversite öğrencisi Claire Danvers, Morganville’de vampirlerin yaşadığını öğrendikten sonra yeni arkadaşlarıyla birlikte bir dizi maceraya atılmış ve bu ürkütücü maceralarda vampirlerin tek derdinin etliye sütlüye karışmadan yaşamak olduğunu anlamıştı. Ancak onları kavgaya çekmek isteyenler vardı. Ve kaçak bir dövüş kulübü kuracak kadar da ileri gideceklerdi. Vampirler yumruk yumruğa insanlarla dövüştürülüyordu. Claire, dostları ve dost olduğuna inanmak istediği yandaşlarıyla birlikte bir sinyalin peşine düştü. Çok geçmeden, bir dövüş sitesiyle başlayan sorunların tüm Morganville’i tehdit eden büyük bir tehlike olduğu ortaya çıkacaktı. Hayatta kalmak istiyorlarsa, dövüşmekten çok daha fazlasını yapmaları gerekecekti.¬

“İZAFİ BİR KAVRAMSA ZAMAN BİR LAHZADAN İBARETTİ. SENELER SONRA BİLE BİTMEYEN BİR AŞK VARMIŞ, İNANDIM.” “Bundan sonra seni bırakmıyorum, senden bir adım öteye yemin ederim ki gitmiyorum.” Elini cebine attığında, sarı alyans gecenin karanlığında parladı. “Hiçbir şeyi hak ettiğin gibi yaşatamadım ama Mahru…” Sesiyle kalbimdeki telaş katbekat büyüdü. “Benim için yâr da sensin yara da sen… Zehir de sensin, şifa da sen… Şu yüreğin…” dedi, tek parmağını telaşla göğsüne vurduğunda. “Neşesi sensin, kederi sen…” Akıl durdu, dil lal oldu, kalp taştı. “Derler ki en büyük hak gönül kırmaktır. Çok kırdım, güzel sevdin.” İçimde zelzeleler koptu, taşlar yerinden oynadı, ona örülen tüm duvarlar yıkıldı. Bağlılığın simgesi olan ve seneler önce benden kopan o yüzük, bıraktığım günkü gibi onda dururken “Helal et,” dedi. Artık göremeyeceğim kadar bulanıklaşmıştı etraf. “Et çünkü şu arşıâlâ bile şahit ki benim için evvel sensin…” dedi nem düşmüş gözleriyle. “Ahir sen…”

Tokyo’nun en esrarengiz kütüphanecisi Sayuri Komaçi tarafından sık sık sorulan ünlü soru: Ne arıyorsun? Çoğu kütüphaneci gibi Sayuri de raflarındaki tüm kitapları okumuş. Ama onu bilge kütüphaneci yapan şey bu değil; Sayuri kendisine kitap danışanların ruhlarını okuyabiliyor. Verdiği her sürpriz kitap tavsiyesiyle insanlara yeni dünyaların kapılarını aralıyor, onları nazikçe hayattaki amaçlarına doğru yönlendiriyor. İşinden bıkmış genç bir kadın, eskici dükkânı açma hayalleri kuran bir muhasebeci, kariyeri ve ailesi arasında sıkışıp kalmış bir anne, kendisini tıkanmış hisseden bir sanatçı, emekli olduktan sonra amacını kaybeden bir adam... Hayatlarının dönüm noktasındaki bu beş insan, Sayuri ve onun tavsiyesi sayesinde beklenmedik kişisel birer yolculuğa çıkıyor; aradıkları cevapların aslında hep yanı başlarında, bir kitabın sayfaları arasında saklı olduğunu fark ediyor. İki milyondan fazla okura ulaşan Aradığın Şey Kütüphanede Saklı, edebiyatın ve insan bağlarının muazzam gücünü̈ hatırlatıyor. Çıkmaza girmiş ve bir parça ilhama ihtiyaç duyan herkes için iyileştirici bir hikâye. “Baştan sona keyifle okuyacağınız bu kitap, her şeyin mümkün olabileceğini hissettiriyor.” –Daily Mail “Bir tutam tuhaflıkla tatlandırılmış çağdaş bir Tokyo hikâyesi. İçinize dokunacak.” –Japan Times TIME ve WASHINGTON POST Yılın En İyi Kitabı Seçkilerinde

Hayata dair bildiğin ne varsa yalan... Kaç yaşında olursan ol yeniden başladığın günler gelecek. Kapıyı tıklatıp hazır olup olmadığını sormayacaklar ya da bir çanta hazırlayıp çıkacak vaktin olmayacak bulunduğun yerden; seni aniden yakalayan bir savaşın ortasında silahsız ve savunmasız kalacaksın. Kaç tanesinden sağ kurtulabilirsen, o kadar sağlam basacaksın ayaklarını yere Seni omuzlarından tutup sarsacaklar koca koca adamlar ağla, bağır, tepki ver diye. Şiddeti gittikçe katlanacak her seferinde. Katlanamadığın noktaya geldiğinde gözlerini kırparken bir kez daha düşün çünkü karanlığın ardından göz kapaklarını kaldırdığında başka bir savaş alanında olacaksın. Sen kadınsın. Vazgeçtiğin, yenildiğin, yorulduğun zaman savaşın başlar. Terini silip gölgesinde dinlendiğin meşe ağacından uzaklaş, dönemezsin; odunu yaşken yakmak zordur ve en zehirli duman hayatta kalanlardan çıkar. Savaşırlar çünkü kalmak için. Hayatta.

Claire'i zorlu bir görev daha bekliyordu. Morganville'i koruyan sistemleri tamir etmesi gerekiyordu. Ancak bu görev, derslerini aksatmakla kalmayacak, hayatını tehdit eden bir probleme dönüşecekti. Ne de olsa bu vampir şehri için en ciddi konu güvenlikti. İmkansızı başarmaya çalışan Claire bir sürü yeni sorunla yüzleşecekti. Üstelik çalışmaları da beklenmedik sonuçlar doğurmuştu. Morganville sakinleri -vampirler bile- yavaş yavaş kim olduklarını unutuyordu. Çok geçmeden şehrin küçük hafıza problemi, bulaşıcı bir hastalığa dönüşecekti. Claire, bir an önce deneyini başarıyla tamamlamak zorundaydı. Morganville'i nasıl kurtaracağını unutmadan önce..

Morganville’den ayrılmak hiç kolay değil. Morganville’den uzaklaşmaksa belki de imkansız. Michael Glass’ın hayatı boyunca beklediği telefon en sonunda gelmişti. Ünlü bir müzik prodüktörü, Michael’ın şarkılarından etkilenmiş ve ondan bir demo kaydetmesini istemişti. Bu da, Michael’ın insanların dünyasına girmek zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Ama Michael yalnız değildi. Acımasız, zorba vampir Oliver’la birlikte insan arkadaşları da ona eşlik edecekti: İsyankar Eve, korkusuz Shane ve elbette Claire. Bu kadroyla yolculuğun cehenneme dönüşmemesi düşünülemezdi bile. Ne var ki, bu ekibi en korkunç tahminlerinin de ötesinde bir kabus bekliyordu. Gözü dönmüş insanlar ve kan banyosu peşindeki vahşi, acımasız vampirler arasında can derdindeyken randevularına yetişebilecekler miydi?

Tanrılar aramızda yaşıyor. Bana işkence eden, beni kıran ve sonra beni dünyanın sonuna kadar avlayan adamın ölümünün mücadelemizin sonu olacağını düşünmüştüm; ama bu sadece bir başlangıç. Binlerce yıl ayrı kaldıktan sonra, tanrı bağlarımız bir kez daha birleşti; ve savaşmadan pes etmeye hazır değiller. Aç bir şekilde uyandılar. Dünyadaki tüm araştırmalar bizi gelecek olanlara, düşmanlara ve binlerce yıldır süren savaşlara hazırlayamazdı. Şimdi harekete geçmeye zorlanıyoruz, ama bu sefer avantaj bizde. Bu sefer Bağlıyız. Tanrılara ve planlarına karşı hayatta kalabilecek kadar güçlü müyüz? Uğruna bu kadar çok savaştığımız barışçıl dünyada yaşayabilecek miyiz, yoksa tarih kendini tekrar etmeye mi mahkum?

Hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Bağlı Grubumuz parçalandı ve canavarlar artık av. Ama düşmanımızın saldırmasını bekleyecek değiliz; ellerindeki kan affedilemez ve içimde yaşayan tanrı intikamının kanla ödenmesini istiyor. Ve binlerce canla. Sınırlarımıza kadar zorlandık, yıkıcı sonuçları olan şekillerde test edildik ve en büyük bedeli ödedik. Bu tür kayıplardan kurtulabilir miyiz? Düşmanımızın olmadığı bir dünya vaadi yaptığımız fedakarlıklara değer mi? Herkese ve kendimize, birlikte bağlarımızın kopmadığını kanıtlayabilir miyiz?

Bishop’ın demir yumruğu kasabanın üstünden kalkmış, Morganville’li vampirler, insanlara bazı ayrıcalıklar tanımaya karar vermiş ve böylece de Claire Danvers ile arkadaşları güçbela kazandıkları özgürlüğün tadını çıkarmaya başlamıştı. Artık Claire çalışmalarına odaklanabilir, Eve de hayallerini gerçekleştirip kasabanın tiyatrosunda oyunculuk yapabilirdi. Ne var ki Eve’in rol arkadaşlarından biri, belgesel hazırlığına girişmişken aniden ortadan kaybolacak ve çok geçmeden, vampirleri konu alan bu belgeselin, herkesin sandığından çok daha büyük ve son derece tehlikeli bir proje olduğu anlaşılacaktı. Morganville’in geleceği tek bir sorunun cevabına bağlıydı... Kim daha acımasız? Vampirler mi, yoksa şov dünyası mı? Rachel Caine, “Morganville Vampirleri”, “Weather Warden” ve “Outcast Season” gibi dünya çapında çok satan seriler yazdı. Caine, kendisi gibi sanatçı kocası R. Cat Conrad’la birlikte Forth Worth, Teksas’ta yaşıyor.

Morganville’de vampirlerle insanlar barış içinde yaşıyordu. En azından görünüşte. Ta ki acımasız Bishop, vampirlerin kayıp kitabının peşine düşüp kuralları baştan yazana kadar. Kasaba artık onun demir yumruğuyla yönetiliyordu. Kaçınılmaz direnişler baş gösterince, Bishop’ın gizlemeye çok da çabalamadığı canavar yüzü açığa çıktı ve kana susamış vampir, tüm kasabayı içindekilerle birlikte yeryüzünden silmeye yemin etti. Claire Danvers ve arkadaşlarından başka kimsede de onun yoluna çıkacak cesaret yoktu. Gerçi onlar Bishop’ın hakkından gelse bile, gücün tadını alan vampirler eski kurallara dönmeyi kabul edecek miydi dersiniz? Rachel Caıne, “Morganville Vampirleri”, “Weather Warden” ve “Outcast Season” gibi dünya çapında çok satan seriler yazdı. Caine, kendisi gibi sanatla uğraşan kocası R. Cat Conrad’la birlikte Forth Worth, Teksas’ta yaşıyor.

Derler ki dostlarını yakın tut, düşmanlarını daha yakın; ya hepsi aynıysa? Sığınakta kurduğumu sandığım sağlam temeller yıkıldı ve kendimi Direniş'e karşı savaşın ön saflarında buldum. Bağlarım benim tarafımda olabilir, ancak daha karanlık planlar yürürlükte. Kendimi kanıtlayıp en savunmasız olanları korumak için gidişatı değiştirebilir miyim, yoksa her zaman iddia ettikleri canavardan başka bir şey miyim? Trajik sonuçlar olmadan bundan kurtulabilecek miyiz?

Şehrin en acımasız donunun bir zaafı var: Ben. Ailemin bana dayattığı hayatı asla istemedim, bu yüzden bir mafya babasıyla asla evlenmeyeceğime yemin ettim. Ama işte buradayım, yüzyılın mafyası yolunda yürüyorum, tek amacım kız kardeşimi kurtarmak. Rafaele Messero. Soğuk, acımasız ve sinir bozucu derecede yakışıklı. Fark ettiğim kadarıyla değil. Sonuçta, bu evlilik tüm umutlarımın ve hayallerimin sonu. Ve onun için, bu hesaplanmış bir iş hamlesinden başka bir şey değil. En azından ben öyle düşünüyorum, ta ki rahibe acele etmesini ve beni öpmesini söyleyene kadar. Buz prensi olarak bilinir, ama dudakları dudaklarıma değdiğinde, hissettiğim tek şey kavurucu bir sıcaklıktır. O zaman ciddi bir belada olduğumu anlarım. Planım Rafaele'den uzak durmaktı, ama o bununla ilgilenmiyor. Benimle ilgileniyor. Artık ne istediğini bildiğime göre, bunu ona asla vermemeye yemin ediyorum. Beni ne kadar amansızca fethetmeye çalışırsa çalışsın, kocama asla boyun eğmeyeceğim.

Beyler nişanlı kadınlara Ras Sorrentino'nun bana baktığı gibi bakmazlar. Ras Sorrentino, Camorra'daki en güçlü klanın ikinci adamıdır. Ayrıca şık bir İtalyan takım elbisesine dökülmüş kaos ve tehlikedir. Onunla ilk tanıştığımda beni öldürmek için orada olduğunu düşündüm. İkinci kez, onu öldürmek istedim. Üçüncüsü, kız kardeşim patronuyla evlendiğinde kilisenin karşısından ona dik dik baktığım Ibiza'daydı. En çok nefret ettiğim şey keskin dili veya alaycı sırıtışları değil. Bakışları. Ben ürperdiğimde bakışlarının nasıl daraldığı. Yüzümdeki morlukları fark ettiğinde nasıl da sertleştiği. Nişan yüzüğüme sanki parmağımdan eritmek istiyormuş gibi nasıl baktığı. Onun damarlarıma basmasına izin vermenin kötü bir fikir olduğunu biliyorum. Sonuçta, ailemin kaderi yaklaşan evliliğime bağlı ve nişanlım benimle sadece tertemiz itibarım yüzünden ilgileniyor. Ras'ın her yere basmakta hiç çekinmediği bir itibar. Onun ve benim dünyanın zıt taraflarında yaşamamız iyi bir şey. Bana New York'a döneceğini söyleyene kadar. Ve kalıyor.

“Siz yeni komşularımız olmalısınız!” Bayan Lowell beyaz çitin ardından bize el salladı. Kızımın elini tutup ona gülümsedim fakat kocamı görür görmez Bayan Lowell’ın yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. O anda bir karar verdim. Nihayet kendimize ait bir evimiz olmuştu. Geçmişim geçmişte kalmıştı. Orada kalmaya devam etmesi için her şeyi yapmaya hazırdım… Eskiden başkalarının evlerini temizlerdim, şimdiyse bu evin bana ait olduğuna inanamıyordum. Göz alıcı mutfak, sakin çıkmaz sokak, çocuklarımın gönüllerince oynayabilecekleri arka bahçe… Kocam ve ben çocuklarımıza hak ettikleri hayatı verebilmek için yıllarca para biriktirmiştik. Bayan Lowell’dan pek hoşlanmadıysam da bizi yemeğe davet ettiğinde bunu yeni mahallemizde arkadaş edinme fırsatı olarak gördüm. Kapıyı bize beyaz önlüğü ve sımsıkı topuzuyla hizmetçisi açtı. Onun yerinde olmanın nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordum. Ama o buz gibi bakışları içimi ürpertti… Lowellların hizmetçisi sokağımızdaki tek tuhaflık değildi. Bir silüetin bizi izlediğinden emindim. Kocam geceleri evden çıkıyordu. Ve karşımızdaki evde oturan kadınla tanıştığımda sözleri beni iliklerime kadar ürpertmişti: Komşularına dikkat et. Ailemi buraya taşıyarak korkunç bir hata mı yapmıştım? En karanlık sırlarımı arkamda bıraktığımı sanıyordum. Fakat bu sakin banliyö sokağı, şimdiye kadar bulunduğum en tehlikeli yer olabilir miydi?

Morganville, vampirler ve insanların yıllardır birarada yaşadığı, kendi halinde bir kasabaydı. Derken birgün kötü niyetli vampir Bishop çıkageldi. Bishop’ın varlığı bile ürkütücüydü ve kasabalıların geçmişe gömmek istediği lanetleri hortlatmak için ne mümkünse yapmaktan çekinmiyordu. Dahası da vardı. Asıl tehlike Bishop değildi. Gri bulutlar Morganville’i yerle bir edecek, usulca yaklaşan bir fırtınanın kara habercisiydi. Kahramanımız Claire Danvers ve arkadaşlarıysa, kasabayı savunmak için biraraya gelmişti. Ama bu, sandıkları kadar kolay olmayacaktı. Çünkü yaşanacaklar beklenmedik, şok edici ve hatta fazla ölümcüldü. Morganville’deki vampirler yok olurken, Claire’in tek bir çaresi kalmış gibi görünüyordu. Bishop’a bağlılık yemini edecekti. Etmezse ölecekti... Rachel Caıne, “Morganville Vampirleri”, “Weather Warden” ve “Outcast Season” gibi dünya çapında çok satan seriler yazdı. Caine, kendisi gibi sanatçı kocası R. Cat Conrad’la birlikte Forth Worth, Teksas’ta yaşıyor.

Üç yıllık kaçıştan sonra, Direniş kampına geri döndüm ve bir sandalyeye zincirlenmiş olarak yerleşik canavar olarak oradayım. Kaçtığım her şey, geçmişimdeki tüm kötü adamlar, hepsi benden bir ısırık daha almak için buradalar. Ama bu sefer yalnız değilim. Bağlarım bana ulaşmaya çalışırken ve hiç beklemediğim yeni arkadaşlıklar kurarken, belki de istedikleri silah olamayacağıma inanmaya başlıyorum. Belki de kendi yarattığım bir canavar olacağım. Sadakatler sorgulandığında ve Bağlar sınandığında, bildiğimi sandığım her şey altüst oluyor. Arkadaşlarım kimler ve düşmanlarım kimler? Bağ bağları kan bağlarından daha mı güçlü?

O on sekiz yaşında. Masum. Yasak. Martina De Rossi yasaklı ve bunun tek sebebi kardeşinin Don olmak üzere olması değil. O vahşi bir savaştayken onu korumayı kabul ettiğimde, bu sadece sadakatimden dolayı değil. Martina intikam oyunumda mükemmel bir piyon olduğu için. Ne yazık ki, o aynı zamanda baştan çıkarıcılığın ta kendisi. Masum gözler. Ölmek için bir vücut. Yumruğumun etrafına sarılmak için yalvaran ipeksi sarı saçlar. Kontrolü elimde tutmada ustayım ama o, uzak İtalyan şatomun duvarları içinde benimle geçirdiği her günle, kararlılığımın çatladığını hissedebiliyorum. Bakışlarım kaymaya başlıyor. Dokunuşum oyalanmaya başlıyor. Ve baştan çıkardığında, oynadığımız bu oyunun kazanamayacağım bir oyun olabileceğini anlıyorum.

NASH MORGAN, SAMİMİ TAVIRLARI VE İÇTENLİĞİYLE AİLESİNDEKİ İYİ KARDEŞ SAYILIYORDU. POLİS ŞEFİ OLARAK GÖREV YAPTIĞI SIRADA UĞRADIĞI SALDIRIDAN SONRA TÜM ZAMANINI KENDİNİ İYİLEŞTİRMEYE ADAMIŞTI. Yine de panik atakların ve bitmek bilmeyen kâbusların pençesinde kalmış, bir zamanlar olduğu adamın gölgesi haline gelmişti. YAŞADIĞI TÜM ZORLUKLARA RAĞMEN NASIL BİR MÜCADELE İÇİNDE OLDUĞUNU HAYATINDAKİ KİMSEYE BELLİ ETMEMEYE KARARLIYDI. Ancak hem akıllı hem de seksi bir kadın olan yeni kapı komşusu Lina, onun içindeki karanlığı görmüştü. NE YAZIK Kİ, LINA’NIN DA KENDİNE AİT SIRLARI VARDI VE NASH KASABADA OLMASININ GERÇEK NEDENİNİ ÖĞRENİRSE ONU ASLA AFFETMEZDİ. AYRICA LINA ASLA BİR İLİŞKİ İNSANI DEĞİLDİ. Bir kasaba polisiyle ateşli ve küçük bir kaçamak yapmayı hemen kabul edebilirdi. Fakat kök salmak isteyen bir adamla ilişki yaşamak… kesinlikle olmazdı! PEŞİNDE OLDUĞU ŞEYİ ELDE ETTİĞİ ZAMAN BU KASABADA KALMAK GİBİ BİR PLANI YOKTU. Ama Nash sevdiği kadının gitmesine engel olmaya karar verdiğinde hiçbir şey onu bundan vazgeçiremeyecekti. ÖLÜMLE TEKRAR YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALACAĞI BİR TEHLİKEYLE KARŞI KARŞIYA GELSE BİLE…

Morganville’de vampirler ve insanlar aranan huzura kavuşmuş gibi görünüyor. Claire’se bu barış ve sükunet ortamına bir an için bile kanmadı. Özellikle Bay Bishop’ın ziyareti şüphe uyandırıcıydı. Ne de olsa adam eski bir vampirdi. Dahası Claire’in bildiği kadarıyla durmuş oturmuş, mutlu bir yaşam gelecek hayalleri arasında yer almıyordu. Bir şeylerin peşindeydi. Kesin, ama neyin? Claire, Bay Bishop’ın şeytani tuzağını, şöleni andıran dev bir baloda farkedecekti. Bu adamın kasabada yaşayan ölümlü ve ölümsüz ahali için ürkütücü planları vardı. Tabii yoluna çıkan olmazsa. Hem fazla ipucu vermeden söyleyelim. Zafer bazen aşka saklanır!

O, İbiza'daki en güçlü adam ve beni kendisine ait kılmak için her şeyi yapacak. Mükemmel bir mafya karısı olmak için yetiştirildim ama evliliğim korkunç bir kabusa dönüştüğünde, her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata başlamaktan başka çarem kalmıyor. Kendimi İbiza'da tek başıma buluyorum; benim gibi masum kızları diri diri yutan bir yer. Geldiğim gün soyuluyorum, elimde sadece birkaç avro ve üstümdeki kıyafetler kalıyor. Çaresizliğim beni doğrudan Damiano De Rossi'ye götürüyor. Bu adayı demir yumrukla yönetiyor ve çarpıcı derecede yakışıklı yüzünün altında kötü bir karanlık yatıyor. Ondan bir iş istiyorum. Bana bundan çok daha fazlasını veriyor: aşağılama, kıskançlık ve ayak parmaklarını kıvıran şehvet. Ona karşı direncim neredeyse ortadan kalktığında, bir sır ortaya çıkıyor ve bir iskambil evi gibi dağılıyoruz. Ne yapmam gerektiğini biliyorum. Kaçmak. Ama denediğimde, keşfediyorum ki... beni çoktan bağlamış.

Sosyetenin yakın markajındaki Philippa için inanılması güç olan şeylerin başında ‘aşk’ gelmektedir. Hayatını, yaşıtları gibi mutlu bir evlilik kurma yolunda harcamaya niyeti yoktur. Onun için en önemli şey bilimdir. Soğuk bir laboratuvarı, sıcak bir eve tercih eder. Öte yandan üzerindeki evlilik baskısından da kurtulmalıdır. Kendisi için uygun görülen eş adayıyla evlenecek ve üzerine düşen görevleri yerine getirdikten sonra, kalan vaktini, kendini bilimsel anlamda geliştirmeye adayacaktır. Yapması gereken tek şey, evlendiğinde yerine getirmek zorunda kalacağı görevleri ona anlatacak birini bulmaktır. Bunun için de, çalabileceği en yanlış kapıyı çalar ve Londra’nın önemli kumarhanelerinden birinin ortağı olan Cross’dan yardım ister. Cross’un ise Philippa’yla ilgili bambaşka planları vardır. “Sarah MacLean, zekice kurgulanmış romanları ve orijinal karakterleriyle sizi heyecanlandıracak. İyi bir kitap okumayı hak ettiğinizi düşünüyorsanız, bu kitabı kaçırmayın.” Linda Howard

Romanlarıyla tanıdığımız A.Günbay Yıldız edebiyatın farklı bir sahasında ortaya koyduğu ilk şiir kitabıyla gündeme geliyor. İlk kitabında sevginin aşkın arzunun bekleyişin hasretin buğulu semalarında dolaştırıyor.Herşey bitti diyenlere yeni başlangıçlar gösteriyor.

Biz Poseidon Savaşçıları’yız ve atalarımızın on bir bin yıl önce ettiği yemin bizim bugün ettiğimiz yeminle aynı. İnsanları kara cadılardan ve vampirlerden koruyacağız. Artık Poseidon’un Trident’inin kaybolmuş taşlarını bulmamız daha önce olduğundan çok daha önemli. Böylece Atlantis yeryüzüne yükselip dünyadaki yerini bir an önce alabilir. Bir vampirin yemini… Bir bakirenin arayışı… Vampir Daniel, on bir bin yıldan uzun bir süreyi insanlık için savaşarak geçirmiştir. Ancak hissettiği yalnızlık duygusu artık canına tak etmiştir. Bu nedenle hayattan vazgeçip güneşe adım atmaya karar verir… fakat kendisini cehennemde değil, Atlantis’te bulur. Serai, on bir bin yıl önce Atlantis ırkının geleceğini güvence altına almak için büyülü bir uyku haline alınmayı kabul eden bir grup bakireden biridir. Ancak uykuda olan kız kardeşlerini koruyan cevher bir kara büyücü tarafından çalındığında tamamen değişmiş bir dünyaya ve aklından hiç ama hiç çıkmamış bir adama uyanır. Şimdi attıkları her adımı takip eden kadim bir kötülük peşlerindeyken, birbirlerine yeniden kavuşmuş iki âşık hem büyük bir kara büyüyle hem de kendi kalplerindeki ihanet hisleriyle mücadele etmek zorundadır. Alyssa Day şaşırtıcı, hayret verici dünyalar yaratıyor. Christine Feehan- New York Times çoksatar yazarı. Ayssaa Day’in “Poseidon Savaşçıları” serisi büyüleyici, heyecan verici ve oldukça romantik. Jayne Castle-New York Times çoksatar yazarı Bu gerçekten muhteşem bir hikâyeydi; çünkü daha ilk sayfadan itibaren merak ve korku duygularıyla sizi kendi içine almasını iyi biliyor. Tüm karakterler arasındaki bağlantı ve olay örgüsü mükemmeldi. Ayrıca erotik sahneler adeta yakıyordu. Goodreads Liste Fiyatı: Yayın Tarihi: 16.10.2017 ISBN: 9786051864426 Dil: TÜRKÇE Sayfa Sayısı: 448 Cilt Tipi: Karton Kapak Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı Boyut: 13.5 x 21 cm

“Taşınmaya ve bir yere yerleşmeye karar verdiğimde, nereye gideceğimi düşünmeme bile gerek yoktu. Ben bir pusulanın dönen iğnesiyim ve sen her zaman benim gerçek kuzeyim oldun.” Erkek arkadaşından evlilik teklifi beklerken ayrılık kararıyla altüst olan Lana Parker, Los Angeles’ın popüler internet sitelerinden birinde flört ve ilişki tavsiyeleri veren bir köşe yazarıdır. Söküğünü dikemeyen terzi misali, bir başarısız ilişkiden diğerine geçiş yapan Lana, bu sefer bekar kalıp işiyle ilgili hedeflerine odaklanmaya kararlıdır. Ancak bir türlü unutamadığı lise aşkı Seth ile çalışmak zorunda olduğunu öğrenince bunun umduğu kadar kolay olmayacağını anlar. Yıllarca serbest gazeteci olarak çalışan ve artık kök salmaya hazır olan Seth ise, Lana’nın aksine ömür boyu sürecek bir ilişki arayışındadır. İşleri kızıştırmaya kararlı patronları ikiliye, sadece iş arkadaşı değil, aynı zamanda rakip olmaları için bir teklifte bulunur. Fakat ikili, çalkantılı ilişki geçmişleri ve inkar edilemez kimyaları sayesinde çok geçmeden yeniden yakınlaşacak ve Lana kariyerinden mi, yoksa kalbinden mi yana olduğuna karar vermek zorunda kalacaktır.

DEĞERSİZ BİR PRENS Kai Prensi Brishen Khaskhem, defalarca güvence altına alınmış bir tahtın, lüzumsuz yedek vârisi olarak yaşamaktan memnundur. İnsan krallığı Gaur’la, Kai krallığı Bast-Haradis arasındaki ticari ve siyasi ittifak anlaşmasının imzalanması için Brishen’in bir Gauri kadınıyla evlenmesi gerekmektedir. Her zaman saygılı bir evlat olan Brishen, evlenmeyi kabul ettiğinde gelininin beklediği kadar çirkin ve hayal edebileceğinden daha güzel olduğunu keşfeder. ÖNEMSİZ SOYLU BİR KADIN Gauri Kralı’nın yeğeni Ildiko, kraliyet ailesi için tek değerinin stratejik bir evlilik olduğunu bilmektedir. Kaderine boyun eğen Ildiko, müstakbel damadının sadece yabancı bir aristokrat değil, aynı zamanda ne tandık ne de insan olan bir halkın genç prensi olduğunu öğrenince dehşete düşmüştür. Yeni kocasına bağlanan Ildiko, karanlıkla örtülü olmasına rağmen ruhu ışıkla şekillenmiş adamla birlikte olabilmek için bildiği her şeyi geride bırakacaktır. Görev ve siyaset tuzaklarının bir araya getirdiği ikili insan düşman bir krallığın güçleri onları ayırmak için planlar yaparken bile kaderlerinin birbirleri için yazıldığını keşfedeceklerdir.

Shakespeare’in Hırçın Kız oyunundan ilham alan bu eğlenceli ve baştan çıkarıcı hikâyede çocukluk düşmanları aşk ve nefret arasındaki ince çizgiyi keşfediyor. Katerina Wilmot ve Christopher Petruchio çocukken aynı bahçeyi paylaşmış ancak yetişkin olduklarında aynı yarım küreyi bile paylaşamamıştır. Ta ki Kate aile evine ziyarette bulununcaya ve aralarındaki düşmanlık yeniden alevlenerek şiddetli bir cehenneme dönene kadar. Arkadaşlarının ve ailelerinin barış çağrılarına rağmen Christopher, Kate’in düşmanlık alevlerini isteyerek söndüreceğine ikna olmaz. Ancak Kate sarhoş olup itirafta bulunduğunda, Christopher onunla sonsuza dek barışmaya yemin eder. Birden beyefendiye dönüşen baş düşmanına kapılmak her ne kadar cazip gelse de Kate, onun büyüleyici iyi adam tavırlarına kuşkuyla yaklaşır. Christopher’ın ısrarı ve Kate’in merakı tutkulu bir öpücüğü de beraberinde getirdiğinde “barış”ın aralarında mümkün olabilecek son şey olduğunu anlarlar. Arzu, yerini daha derin duygulara bırakırken, Kate ve Christopher bir karar vermek zorundadır. Kalplerinin kırılmasını göze almaktansa nefret etmeye devam etmek daha mı iyidir? Yoksa bu kararı çok uzun zaman önce kalpleri vermiş midir?

Sizi ilk sayfasından itibaren kendine bağlayacak; aşk, güven ve arkadaşlık üzerine sürükleyici ve içten bir roman. Güzelce süslenmiş bu yerde koridorun sonunda beni bekleyen bir damat ve en yakın arkadaşım var. Meraklı kalabalık ise ağzımdan çıkacak tek kelimeyi bekliyor. Beni bekleyen bu iki adama yaklaştıkça beynimdeki sesler daha da yükseliyor: Gerçekten doğru olanı mı seçtim? Aşk mı mantık mı? Teyzemin elbisesinin rengi de ne öyle? Aman neyse! Hayır, öyle bakmayın. Bunlar cevabını kolayca vereceğim sorular değil. Rob ve Ben, dokuz yaşımdan beri en iyi arkadaşlarım. İlk fotoğraf makinemle, onların fotoğrafını çektim. Hayranı olduğum Paris’e ilk defa onlarla gittim. Üniversitede bile aynı okuldaydık. O zamanlar seçme zorunluluğum yoktu, çünkü biz tripodduk, farklı yönlere baksak da sarsılmaz bir bağımız vardı. Fakat şimdi, damadın yanına vardığımda dilimden dökülenlerin aramızdaki bu güçlü bağı birkaç yerinden zedeleyecek olması beni gerçekten endişelendiriyor. Tekrar tekrar aynı soruyla yüzleşiyorum: Âşık olduğum adamla mı yoksa yıllardır beni sevmekten vazgeçmeyen adamla mı evlenmeliyim?

Aşkta hiçbir şey adil değildir. Burası benim krallığım. Benim bölgem. Her şeye sahibim ve herkesi kontrol ediyorum, Aurora dahil. Zırhsız bir şekilde dünyama dalmamalıydı. Hiçbir uyarıda bulunmadan dikkatimi çekmemeliydi. Ne yazık ki çekti. Sonra ortadan kaybolabileceğini düşündü. Onu korumak ve sahiplenmek için bir savaş gerekiyorsa, kan dökerim. Savaşlar adil değildir ve ben de değilim.