Ülkenin en kararlı, en özverili, en iyimser çocukları. Sert, acımasız, zalim günler. Zor günlere inat gülümsemelerini korumaya çalışan gençler. Kahramanlıklar, ihanetler, acılar ve aşklarla dolu romantik bir yaşam. Demokrasi ateşini, diktatörlüğün en karardık döneminde yakmaya çalışanların serüveni. 12 Eylül darbesine direnen insanların gerçek yaşamlarından çarpıcı öyküler. “Büyük bir çatışma çıkmıştı kentte. Biz, insanlar, çiçekler, karıncalar, kuşlar, balıklar ve yıldızlar öldürülmesin diye sokaklara renk renk yazılar yazıyor, duvarlara afişler asıyorduk. Hepimiz gençtik; yaşlı olanlarımız da vardı aramızda ama hepimiz gençtik. Onlar, insanları, çiçekleri, karıncaları, kuşları, balıkları ve yıldızları öldürmek için çıkmışlardı sokağa. Hepsi yaşlıydı; genç olanları da vardı aralarında ama hepsi yaşlıydı. Ve hepsi silahlıydı. Şimdi kaçıyorduk işte. Yakalanmamak için, yeniden dövüşebilmek için kaçıyorduk. Belki de bastığımız bu ham toprak İstanbul’un karanlık, suskun sokaklarıydı. Bırakıp geride karımızı, çocuğumuzu, basılacak evimizi terk ediyorduk…” Nasıl oldu da ayrımına varamadım, anlamıyorum.Dal gibi incecik bir kızdı.Nakışlı beresinden taşan sarı saçları omuzlarına düşer, kumral kirpiklerinin gölgelediği iri gözlerinden hüzünlü bir çekicilik yayılırdı yüzüne. Onu ilk kez okulumuzun ışıklı koridorlarından birinde görmüş ve hemen etkilenmiştim. Güzel olmasına çok güzeldi, ama beni ona çeken yalnızca güzelliği değildi. Onda yıllarca aradığım ve yıllarca arayacağım bir şey gizliydi. Önceden ayrımına varamamıştım işte. Ta ki metro istasyonunun üstündeki o kafede, o dingin ırmağa bakan kırık dökük masada karşılaşıncaya, gözlerindeki o tuhaf maviyi görünceye kadar.Düşte mi yaşıyorduk, gerçekte mi? Bilmiyorum. Belki hem düş, hem gerçekti. Öyle hızla akıyordu ki günler, her şey birbirine karışıyordu. Ayrı ayrı ülkelerden gelmiştik buraya, ama topraklarımız komşuydu birbirine. Ege’nin ılık suları, biz karşılaşmadan çok önce ıslatmıştı çıplak ayaklarımızı.Dolaştığımız bu yerler ne Selanik’in makadam döşeli dar yollarıydı, nede İstanbul’un kömür kokulu sokakları. Uzaklarda bıraktığımız güneşin izlerini boşuna arıyorduk, bu yabancı binaların soğuk yüzlerinde.Metro istasyonunun üstündeki o kafede, o kırık dökük tahta masanın başında onunla karşılaştığımda, hiç şaşırmadım, hiç çekinmedim, gözlerimden hiç çapkınlık parıltısı geçmedi. Oysa çok güzeldi, oysa yıllardır onu arıyordum. Öyle doğaldı ki bakışları, doğduğum küçük kenti, ıssız kış denizimi anımsadım. Sanki güneşli bir serinlikte inmişim kıyısına, ters çevrilmiş mavnalardan birine sırtımı dayamış, kaybolup gitmiştim mavisinde. “Bu nasıl bir renk?” diye sormayın. Tanımlayamam, istesem bile yapamam bunu.
No reviews found!
No comments found for this product. Be the first to comment!