sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza
sen ışıklarınla gelirdin
çocuklar gidince
ve akasya başakları uyuyunca
ve ben aynada yalnız kalınca
sen ışıklarınla gelirdin…
…
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve ben
söylemeye başka bir şey bulamadığımda
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve dinlerdin
ağlayarak akan kanımı
ve ağlayarak ölen aşkımı
sen dinlerdin
görmezdin beni ancak.
KISA ÖZETİ
Haziran 1990 Bir yaz gecesi Ankara’da dostlarlar muhabbet sofrasında” toplanmıştık. Laf lafı açtı ve konuşmamız Behçet Aysan’la yıllardır konuşup bir türlü gerçekleştiremediğimiz ortak çalışmalar üzerinde yoğunlaştı. Karşılıklı çeviriler üzerinde mutabık kaldık. Furuğ’dan başlayalım dedik. Aynı yıl ekim ayında Kanada’ya geldim. Temmuz 1993’te, elinizde bulunan kitabı Behçet’e ulaştırmak üzere Ankara’ya gönderdim. Fakat kimi zaman beklenmedik olaylar ileriye doğru atılmak üzere kaldırılan adımları obitimsiz zaman dilimi içinde adeta dondurur. Furuğ’un dediği gibi; hep düşünmeden önce olur olanlar. Sivas cinayeti nedeni ile çok geç kalmış oluyordum. Behçet bir gün öncesinde aramızdan ayrılmıştı. Ama Behçet’inanısına ve isteğine saygı olarak ve belki de son zamanlarda o sayısız ve aziz yitirmelerin yinelenen acısından dolayı çalışmaları sürdürdüm.derken hep aksilikler, hep sözleri tutmamalar, parasızlıklar gibi engelleri aşmaya çalıştım. Çıktı çıkacak diye sürüncemede bırakıldı, Cevat Çapan’ın Cumhuriyetteki yazısına rağmen. Beş yıl geçti. Döndü dolaştı ve sonunda Behçet’in eşi Adviye Aysan ve şair kızı Eren’in dost yardımları ile şair Ahmet Telli’ye ulaştı. Bu kez basılacaktı artık. Ancak Behçet göremeyecekti sözümüzü tuttuğumuzu. Furuğ bizi günahın odak noktası olan ilkel günaha geri götürüyor. Günah, bir yerde, en büyük geleneksel sisteme karşı başkaldırı olarak boy gösteriyor.
elini uzat ve bağrına bas,
bu dudağı bu sıcak dudağı ey erkek,
bu onun yakan başı, göğsü,
bu teni yumuşacık teni ey erkek ......
No reviews found!
No comments found for this product. Be the first to comment!